You
Sorunu sor hemen cevaplansın.
you teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı
- siz
Örnek Cümle:
Siz insanları anlamıyorum.
-I don't see your point.
Örnek Cümle:
Siz burada bir öğretmen misiniz yoksa bir öğrenci misiniz?
-Are you a teacher or a student here?
- sen
Örnek Cümle:
Seni anlamak gerçekten çok zor.
-Understanding you is really very hard.
Örnek Cümle:
Artık seni sevmiyorum.
-I don't like you anymore.
- 1. sen; siz; sizler; seni; sizi; sana; size: Hey you! Come here! Hey sen, buraya gel! You children don't be late! Çocuklar, siz geç {z}
- genellemelerde kullanılır
- size
Örnek Cümle:
Ben size seve seve yardımcı olacaktım, sadece şimdi çok meşgulüm.
-I would gladly help you, only I am too busy now.
Örnek Cümle:
Size patatesleri haşlayacağım.
-I'll boil you the potatoes.
- seni
Örnek Cümle:
Artık seni sevmiyorum.
-I don't like you anymore.
Örnek Cümle:
Artık seni sevmiyorum.
-I no longer love you.
- sizi
Örnek Cümle:
Sizin hangi tür şarabınız var?
-What kind of wine do you have?
Örnek Cümle:
Bu otobüs sizi müzeye götürecek.
-This bus will take you to the museum.
- sana
Örnek Cümle:
Sana satranç oynamayı öğreteceğim.
-I will teach you to play chess.
Örnek Cümle:
Bu kravat sana çok iyi uyuyor.
-That tie suits you very well.
- sen; siz; sizler; seni; sizi; sana; size: Hey you! Come here! Hey sen, buraya gel! You children don't be late! Çocuklar, siz geç
- istediğin
- sizden
Örnek Cümle:
Yakında sizden haber almak için sabırsızlanıyorum.
-I am looking forward to hearing from you soon.
Örnek Cümle:
Sizden henüz bir cevap almadım.
-I have received no reply from you yet.
- sende
Örnek Cümle:
Senden küçük bir yardıma ihtiyacım var.
-I need a little help from you.
Örnek Cümle:
Ben senden daha güzelim.
-I am more beautiful than you.
- sizleri
- thank you
- teşekkür ederim
İlginiz için teşekkür ederim.
-Thank you for your interest.
Beni doğum günü partine davet ettiğin için teşekkür ederim.
-Thank you for inviting me to your birthday party.
- her
- ona
Muhabir: Ona bir kedi yavrusu aldınız mı?
-Reporter: Did you buy her a kitten?
Ona kendi odamı gösterdim.
-I showed her my room.
- him
- ona
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
-The bank lent him 500 dollars.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
-The bank loaned him 500 dollars.
- that
- (İnşaat) şu
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
-This is a good book, but that one is better.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
-This is a good book, but that is better.
- this
- bu
- it
- ona
- our
- bizim
O bizim beyzbol sahamızdır.
-That is our baseball field.
Tazelik bizim önceliğimizdir.
-Freshness is our top priority.
- somebody
- birisi
Birisi telefona cevap verebilir mi?
-Can somebody get that?
Onun bir gün birisi olacağından eminim.
-I'm sure he's going to be somebody someday.
- somebody
- {i} biri
Merdivenlerden yukarı gelen birisi var.
-There's somebody coming up the stairs.
Birinin bağırdığını duyduk.
-We heard somebody shout.
- us
- biz
- someone
- birisi
Sanırım birisi oraya gitti.
-I think that someone went there.
Birisi bana içtiğin her sigara ömründen yedi dakika alır dedi.
-Someone told me that every cigarette you smoke takes seven minutes away from your life.
- that
- o
- thank you
- teşekkürler
İyiyim, teşekkürler. Ya siz?
-Fine, thank you. And you?
Açıklaman için teşekkürler.
-Thank you for your explanation.
- thank you
- teşekkür ederiz
Geldiğiniz için teşekkür ederiz.
-Thank you for coming.
Cömert davet için teşekkür ederiz fakat misafirliğin tadını kaçırmak istemiyoruz.
-Thank you for the generous invitation but we don't want to wear out our welcome.
- You bet
- {k} Elbette!/Hay hay!
- You can thank your
- {k} Sen olmadığın için talihine şükret!
- You can't be serious
- Ciddi olamazsın!
- You devil
- Seni şeytan seni!
- You don't say
- {k} Yok canım!
- You flatter yourself
- O senin hüsnükuruntun
- you and me
- ikimiz
İkimizin mutlu olmasını istiyorum.
-I want you and me to be happy.
Sadece ikimizin mutlu olmasını istiyorum.
-I just want you and me to be happy.
- you are a beauty
- çok çirkinsin
- you are bothering me
- beni rahatsız ediyorsunuz
- you are kidding
- dalga geçmiyorsun
- you are right
- siz haklısınız
- you are through
- hattınız bağlandı
- you are through
- görüşebilirsiniz
- you are wrong
- siz haksızsınız
- you bet
- elbette
- you bet
- emin ol
- you can find the schedule over there
- tarifeyi orada bulabilirsiniz
- you can pick it up in an hour
- bir saat içerisinde alabilirsiniz
- you can pick it up later today
- bugün içerisinde alabilirsiniz
- you can pick it up tomorrow
- yarın alabilirsiniz
- you can't miss it
- mutlaka görürsün
- you do that
- (deyim) hele oyle bir sey yap
- you do that
- (deyim) oyle yapmalisin
- you gave me the wrong change
- yanlış para üstü verdiniz
- you have a point there
- haklısınız
- you are welcome
- hoşgeldiniz
- you are my piece of paradise
- benim bir parça cennetimsin
- you are my piece of paradise
- cennetten parçamsın
- you are the real deal
- iyi iş çıkardın
- you are welcome
- hoşgeldin
- you are welcome
- bir şey değil
- you earned it
- hak ettin
- you got him by the short hairs
- onu köşeye sıkıştırdın
- you got it wrong
- yanlış anladın
- you got to see this
- bunu görmen lazım
- you gotta see this
- bunu görmen lazım
- you have a point
- haklısın
- you have to
- zorundasın
- you have to
- senin ... lazım
- you have to see it to believe it
- inanmak için görmen lazım
- you know
- hani
- you receive
- (Bilgisayar) aldığınız
- you see
- işte
- you see
- gördün mü?
Burada bir çanta gördün mü?
-Did you see a bag here?
Birinin kaçtığını gördün mü?
-Did you see anyone run away?
- you see
- şimdi
Şimdi birini görüyor musun?
-Are you seeing anybody now?
Başlangıçta bu fikirden hoşlanmamıştın ama şimdi memnun görünüyorsun.
-At the beginning you had disliked the idea, but now you seem to be content.
- you see!
- ya
- you should know!
- haberin olsun!
- you snooze you lose
- (deyim) sona kalan dona kalır
- you too
- siz de
- you tube
- bir video paylaşım sitesi
- you want my mobile no
- cep numaramı mı istiyorsun
- you want my mobile number
- cep numaramı mı istiyorsun
- you'd better give it up
- bu sevdadan vazgeç
- you're cruisin for a bruisin
- (deyim) aranıyorsun bak!
- you're cruisin for a bruisin
- (deyim) kaşınıyorsun bak!
- you're god damn right
- (deyim) yerden göğe kadar haklısın
- you're having a laugh!
- (deyim) ciddi olamazsın!
- you're welcome to try
- bir deneyin isterseniz
- you've got it
- (Bilgisayar) başardınız
- you've made your bed, now lie in it
- (deyim) eylemlerinin sonuçlarını kabul etmelisin
- you've made your bed, now lie in it
- (deyim) kendi düşen ağlamaz
- You can lead a horse to water but you can't make it drink
- (deyim) zorla güzellik olmaz
- You can thank your lucky star it wasn´t you!
- k. dili Sen olmadığın için talihine şükret!
- You do well to accompany somebody about your age
- (Atasözü) Cahil ile bal yeme, yaşdaş ile taş taşı
- You rascal you!
- Seni gidi seni!/Ah seni seni!
- You would tell her, wouldn´t you?
- 1. Gidip ona yetiştirirsin, değil mi? 2. İlle ona söylersin, değil mi?
- You´ve picked up a cold
- k. dili Şifayı kapmışsın./Nezle olmuşsun
- you and i
- sen ve ben
- you are completely perfect
- tam anlamıyla mükemmelsin
- you are funny
- eğlencelisin
- you are good
- iyisin
- you are in very good hands
- emin ellerdesin
- you are kidding me
- Şaka mi yapıyorsun
- you are my most precious
- sen benim en kıymetlimsin
- you are on your own
- kendi başınasın
Remember if you get cought you are on your own - Unutma eğer yakalanırsan kendi başınasın.
- you are welcome
- Birşey değil
- you are welcomed
- seni bekliyoruz
- you are what you eat
- Ne yemek vardır
- you are wrong
- yanılıyorsun
- you can
- şunları yapabilirsiniz
- you can start all over again
- her şeye yeniden başlayabilirsin
- you can stuff it
- şunları yapabilirsiniz şeyler o
- you can't
- yapamazsın
- you cant always get what you want
- sen cant her zaman istediğini elde
- you could hear a pin drop
- Eğer damla bir pin duyabiliyordu
- you don't say
- söylemiyorsun
- you first
- önce sen
- you go
- gitmene
- you know
- biliyorsun
you know, I love you.
Onu nasıl biliyorsun?
-How can you know that?
Onu nasıl biliyorsun?
-How do you know that?
- you know
- farkındasın değil mi
- you lost me
- (deyim) Anlamadım! Kafam karıştı!
- you make me laugh
- Beni güldürmek
- you may
- sen olabilir
- you must
- gerekir
Bir araba sürebilmenden önce bir ehliyete sahip olman gerekir.
-You must have a driver's license before you can drive a car.
Bazen çok sayıda sorun ve stres, işi bırakmanıza yol açabilir. Çabucak onunla nasıl başa çıkacağınızı öğrenmeniz gerekir.
-Sometimes, many problems and a lot of stress can lead you to quit your job. You must learn how to handle it quickly.
- you must touch penny
- Eğer kuruş dokunmatik gerekir
- you of all
- Eğer tüm
- you re
- yeniden
- you ride
- sen sürmek
- you said it nicely, well-put
- Eğer güzel, iyi koymak dedi
- you two
- İki
- you wash
- Eğer yıkamak
- You rascal you
- Seni gidi seni!/Ah seni seni! You scratch my back and k.dili. Al gülüm, ver gülüm./Sen bana yardım et, ben de sana ederim
- that
- bağlaç ki
- his
- onun
Onun favori beyzbol takımı Devler'dir, fakat o Aslanlar'ı da seviyor.
-His favorite baseball team is the Giants, but he also likes the Lions.
Bu John'dur ve o da onun biraderidir.
-This is John and that is his brother.
- them
- onlara
Beni öldürmekle tehdit ettiler bu yüzden cüzdanımı onlara verdim.
-They threatened to kill me so I gave them up my wallet.
Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.
-There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
- that
- conj. şu
- me
- bana
- that
- {z} (çoğ. those)
- us
- bizi
- them
- onlar
Takımımız beyzbolda onları 5-0 mağlup etti.
-Our team defeated them by 5-0 at baseball.
Onlardan herhangi birini seçebilirsin.
-You may choose any of them.
- your
- sizin
Ben dün sizin babanıza rastladım.
-I bumped into your dad yesterday.
Ben dün sizin babanıza rastladım.
-I ran into your dad yesterday.
- my
- benim
- it
- o
- this
- {s} (çoğ. these) bu
- that
- bu kadar
Bu kadarı yeter. Ben artık istemiyorum.
-That's enough. I don't want any more.
Bugünlük bu kadar yeter.
-That's enough for today!
- ones
- birileri
- my
- (İnşaat) benim N
- his
- eril onun
- that
- (sıfat) öteki
- that
- Keşke
Keşke o zaman bütün hikayeyi bana anlatsaydın!
-If only you had told me the whole story at that time!
Keşke o gitarı alabilsem.
-I wish I could buy that guitar.
- that
- (bağlaç) şu, o, ki, diye, için
- her
- o
- him
- o
- him
- kendine
Kendi kendine şöyle dedi: Bu operasyon başarıyla sonuçlanacak mı?
-He said to himself, Will this operation result in success?
Bazen büyük babam kendi başına bırakıldığında, kendi kendine konuşur.
-Sometimes my grandfather talks to himself when left alone.
- something
- birşey
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
-I have to help Tom do something tomorrow morning.
Tom asla ağzını birşeyi şikayet etmeden açmaz.
-Tom never opens his mouth without complaining about something.
- their
- onların
Yağmur nedeniyle onların gezisi ertelendi.
-Their trip has been cancelled due to rain.
Onların ana dili Fransızca.
-French is their mother tongue.
- this
- böylesine
Böylesine loş bir odada çalışmak imkansızdır.
-It's impossible to work in a room this dim.
Böyle bir yerde asla böylesine güzel bir otel ummuyordum.
-I never expected such a nice hotel in a place like this.
- her
- onun
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
-I don't know anything about her family.
Onun görünümünü çekici bulurum.
-I find her appearance attractive.
- US
- amerika
- me
- aman!
- this
- bu kadar
Hiç bu kadar erken kalkmadım.
-I've never woken up this early.
Her gün bu kadar sıcak mı?
-Is it this hot every day?
- that
- {s} öteki
Bu araba ötekinden daha iyi bir çalışmaya sahip.
-This car has a better performance than that one.
- her
- kendine
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
-The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Jane'nin hayali kendine yaşlı ve zengin bir sevgili bulmaktı.
-Jane's dream was to find herself a sugar daddy.
- her
- dişil onun
- her
- dişil onu
- her
- onu
Onu sevip sevmediğini bilmiyorum.
-I don't know whether you like her or not.
Aşk onu rüyalarında görmektir.
-Love is seeing her in your dreams.
- her
- ondan
O ondan daha akıllıdır.
-He's smarter than her.
Bu eski madeni paraları ondan aldım.
-I got these old coins from her.
- her
- kendisi
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
-She said NO to herself. She said YES aloud.
Ben, o kızın kendisine yeni bir görünüm vermek için saçını kestiğini düşünüyorum.
-I think that girl cut her hair to give herself a new look.
- her
- {z} dişil onu; ona; ondan; onun: He loves her. Onu seviyor. He looked at her. Ona baktı. They hated her. Ondan nefret ettiler. It pleased
- him
- onu
Onunla beraber olduğun sürece mutlu olamazsın.
-As long as you are with him, you can't be happy.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
-He promised to meet him at the coffee shop.
- him
- kendi
Kendisine Fransızca öğretti.
-He taught himself French.
O, çocuklarını kendi etrafına topladı.
-He gathered his children around him.
- my
- {z} benim. ünlem O, ...! (Hayret belirtmek için kullanılır.): My, my, how nice you look! O, bu ne güzellik böyle!
- my
- vay!
- somebody
- bir kimse
- something
- biraz
O, oryantal sanatında birazcık uzmandır.
-He is something of an expert on oriental art.
Biraz geç olduğunu biliyorum ama şimdi uğramamın bir sakıncası var mı? Seninle tartışmam gereken bir şeyim var.
-I know it's kind of late, but would you mind if I came over now? I have something I need to discuss with you.
- that
- böyle
Allah'a inanan kim böyle bir şey yapardı?
-Who that believes in God would do such a thing?
Tom'un şimdiye kadar böyle küçük bir araba sürmeyi düşüneceğinden şüpheliyim.
-I doubt that Tom would ever consider driving such a small car.
- that
- {z} o, şu: Did you see that? Onu gördün mü? This is a verbena and that's a lantana. Bu mineçiçeği, o da ağaçminesi. After That cat has been up to O kedi yine marifetini göstermiş
- that
- için
Coca-Cola'nın üretildiği ilk yıllarda, o kokain içeriyordu. 1914'te, kokain bir uyuşturucu olarak gruplandırıldı ve sonra Coca-Cola'nın üretimi için kokain yerine kafein kullandılar.
-In the first years that Coca-Cola was produced, it contained cocaine. In 1914, cocaine was classified as a narcotic, after which they used caffeine instead of cocaine in the production of Coca-Cola.
O, geçen yıl o şirket için çalışmaya başladı.
-He began to work for that company last year.
- that
- diye
Ailesinin dengeli bir diyet yaptığından emin.
-She makes sure that her family eats a balanced diet.
Kilo alacağı korkusuyla diyet yapıyor.
-She is on a diet for fear that she will put on weight.
- them
- onları
Onların hepsi sadece kızları götürmek için buradalar.
-All of them are just here to pick up girls.
Takımımız beyzbolda onları 5-0 mağlup etti.
-Our team defeated them by 5-0 at baseball.
- you are welcome
- ben teşekkür ederim
- you are welcome
- önemli değil
- you bet
- kesinlikle
- you know
- yani
- his
- zam onunki
- my
- vay be
- my
- ünl
- my
- vay be!
- my
- hayret
- my
- Aman! Olur şey değil Hayret!
- my
- vay canına!
- my
- million years
- something
- falan
Sen bir polis falan mısın?
-Are you a cop or something?
Aptal ya da falan olduğumu düşünüyor musun?
-Do you think I'm stupid or something?
- something
- {i} önemli bir şey
Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.
-I want to tell you something important.
Mary'yi gördüğüm her seferde, ondan yeni ve önemli bir şey öğreniyorum.
-Each time I see Mary, I learn something new and important from her.
- that
- in that mademki
- that
- O that
- us
- amerika birleşik devletleri
- something
- bir parça şey
- her
- kendi
Bu, onun kendi çizimi olan bir resimdir.
-This is a picture of her own painting.
Ona kendi odamı gösterdim.
-I showed her my room.
- his
- eril onunki
- it
- ebe (oyunda)
- it
- (Bilgisayar) bilişim
- it
- ebe (oyunlarda)
- it
- cinsel ilişki
- this
- (Bilgisayar) belirtilen">(Bilgisayar) belirtilen
- what you see is what you get
- (Bilgisayar) ne görürsen onu alırsın
- you bet
- (Konuşma Dili) tabii
- you see
- efendim
- you see
- yani
- something
- olağanüstü bir şey
Olağanüstü bir şey görmek istiyor musun?
-Do you want to see something extraordinary?
- her
- (dişil) onu
- him
- (eril) onu
- his
- (eril) onun
- it
- onu
- it
- (oyunda) ebe
- me
- ben
- me
- beni
- me
- mi
- my
- aman!
- second person
- ikinci kişi
- somebody
- önemli birisi
- something
- (hiç yoktan iyi) bir şey
- something
- bir şey
Sana küçük bir şey getirdim.
-I've brought you a little something.
Bana yapacak bir şey ver.
-Give me something to do.
İlgili Terimler
you teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı
- HER
- (Osmanlı Dönemi) f. Bütün, hep, tamamen
- HER
- Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, "...-in hepsi" anlamını verir: "Bir hafta, her gece çalışmak suretiyle hikâyesini bitirdi."- H. E. Adıvar
- His
- (Osmanlı Dönemi) VAKŞ
- His
- (Osmanlı Dönemi) RUH
- HÎS
- (Osmanlı Dönemi) Arslan yatağı
- his
- Duygu
- his
- Duyu
- his
- Duygu: "Birisi duygularına, hislerine kulak verir, öteki hile ve desise seslerine ..."- B. Felek
- his
- Sezgi, sezme
- his
- Duyu. Sezgi, sezme
- it
- Köpek
- it
- Terbiyesiz kimse
- me
- Göz
- HÎS
- (Osmanlı Dönemi) Meşelik
- HİM
- (Osmanlı Dönemi) Deveye ârız olan susuzluk hastalığı
- HİM
- (Osmanlı Dönemi) Kürtçede: Temel, esas
- her
- Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, "...-in hepsi" anlamını verir
- him
- Eskiden, Bingazi ve Trablusgarp'tan alınan bir çeşit vergi
- him
- Bina temeli
- him
- Derinlemesine eşilen ve duvar örülen çukur
- it
- Köpek: "İt ürür, kervan yürür."- Atasözü
- it
- Değersiz, terbiyesiz kimse: "Babaları da zaten itin biri."- H. Taner
- it
- Değersiz, terbiyesiz kimse
- me
- Koyun, kuzu gibi hayvanların çıkardığı ses
- me
- Evrenin tasarlandığı gibi işlemesini sağlayan kutsal kurallar ve düzenlemeler
- me
- Koyun, kuzu gibi hayvanların çıkardığı ses: "Kara koyun kuzular kuzulamaz / Me deme."- F. H. Dağlarca
- me
- Eylemleri olumsuz yapmakta kullanılan ek
- me
- Türk alfabesinin on altıncı harfinin adı, okunuşu
- sb
- Antimon elementinin simgesi
İlgili Terimler
you teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı
- The group of persons spoken to or written to, as a subject
Örnek Cümle:
You are all supposed to do as I tell you.
- The individual or group spoken or written to
Örnek Cümle:
Have you gentlemen come to see the lady who fell backwards off a bus?.
- Anyone, one; an unspecified individual or group of individuals
Örnek Cümle:
You have to be at least 36 inches high to go on this ride.
- The group of persons spoken, or written to, as an object
Örnek Cümle:
You are all supposed to do as I tell you.
- Used before epithets for emphasis
Örnek Cümle:
You idiot!.
- The person spoken to or written to, as an object
Örnek Cümle:
You must do as I tell you.
- The person spoken to or written to, as a subject
Örnek Cümle:
You must do as I tell you.
- pron. being one especially
- second person {p}
- pron. pronoun which replaces the name of the person or persons being addressed (2nd person, singular and plural)
- U SEE C PLEASE CALL ME PCM
- The pronoun of the second person, in the nominative, dative, and objective case, indicating the person or persons addressed
- In spoken English and informal written English, you is sometimes used to refer to people in general. Getting good results gives you confidence In those days you did what you were told
- Named insured and your spouse (if resident of same household)
- is you, if you're thinking about copying or distributing this Package
- the one or ones being spoken to, as in: I guarantee that you will be satisfied or your money will be cheerfully refunded
- You is the second person pronoun. You can refer to one or more people and is used as the subject of a verb or the object of a verb or preposition
- Whatever you choose to be
- Many states have Named insured and your spouse (if resident of same household)
- A speaker or writer uses you to refer to the person or people that they are talking or writing to. It is possible to use you before a noun to make it clear which group of people you are talking to. When I saw you across the room I knew I'd met you before You two seem very differ
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.